“Herkesten yeteneğine
göre ve herkese ihtiyacına göre.”
Marx bu prensibi ileri sürmenin ötesinde bu prensibin nasıl
mümkün olduğu konusunda bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır. Marx ileri sürdüğü
bu prensibin kendinde bir doğru olduğuna inanıyor ve bu prensip üzerine kurulu
olan bir toplumun herhangi bir kusuru olabileceğini düşünmüyordu. Bize verdiği
bir diğer ipucu ise komünist toplumda devletin ve ekonomik sınıf ayrımının var
olmayacağı, devlet örgütlenmesinin yerini bütün insanların doğrudan ve gönüllü
örgütlenmesinin alacağı ve üretim araçları denen fabrika, maden, toprak, doğal
kaynak gibi şeylerin bütün insanların ortak mülkiyetinde olacağıdır. Fakat
bunların da nasıl mümkün olduğuna yönelik bir açıklama yapmamış, bunları
peşinen doğru olarak kabul etmiştir. Fakat ne var ki bunları nasıl mümkün
olacaklarına yönelik herhangi bir açıklama yapmadan peşinen doğru kabul etmek
tatmin edici olmadığı gibi Marksist teori içerisinde bir boşluğa da neden
olmaktadır. Bu yazıda Marx’ın bize komünist toplumun niteliğine dair sunduğu bu
kabullerden hareketle böyle bir toplumun neden mümkün olmadığını anlatmaya
çalışacağım.
Komünizm ekonomik sınıfların olmadığı ve insanların üretim
araçlarına ortak bir şekilde sahip oldukları bir durumda devletin doğal olarak
ortadan kalkacağını (çünkü devletin temelde sadece sınıflı toplum yapıları
içerisinde ezen sınıfın ezilen sınıfı kontrol etmek için üretip kullandığı bir
araç olduğunu) ve artık suç olgusunun var olmayacağını ileri sürmektedir. Buna
göre suç olgusu, sınıflı toplum yapılarından kaynaklanan bir şeydir ve aslında
insanda doğal bir potansiyel olarak var olan bir eğilim değildir. Bu bağlamda
komünizm, insan doğası diye bir şeyin olmadığını, insanların davranışlarını
belirleyen şeyin insanların içerisinde bulundukları şartlar olduğunu ve şartlar
değiştiğinde insan davranışlarının da değişeceğini iddia etmektedir. Bu noktada
sorulması gereken soru, komünist bir toplumda insanların davranışlarının
Marx’ın öngördüğü bir şekilde değişeceğini varsaymanın doğru olup olmadığıdır.
Söz konusu düşünce, insanlar üretim araçlarına ortaklaşa bir şekilde sahip
oldukları ve bunun getirisi olarak herkesin ihtiyacına yetecek kadar ciddi bir
üretim bolluğuna ulaşıldığında insanların suç işlemesini, çözümlenemez fikir
ayrılıkları yaşamasını, birbirlerinden çeşitli gerekçelerle nefret etmesini
gerektirecek bir durum olmayacağını ileri sürmektedir. İnsanların üretim
araçlarına ortaklaşa sahip olacakları ve hiçbir anlaşmazlık yaşamaksızın
kusursuz bir uyum içerisinde yaşayacakları bir dünya, kaçınılmaz bir kader
olarak tasvir edilmekte ve bu durum bir ön kabul olarak alınarak buradan
hareketle artık insanlar arasında hiçbir sorun olmayacağı, dünyanın harika bir
yer olacağı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu düşünce, anlaşılabileceği üzere
insanların üretim araçlarına ortaklaşa bir şekilde sahip olmayı kabul
edecekleri ve bu durumun en verimli üretimi ortaya çıkaracağı varsayımına
dayanmaktadır. Buradaki problem ise insanların üretim araçlarına ortaklaşa bir
şekilde sahip olmayı istemelerini gerektirecek bir durum olup olmadığıdır. Marx
esasen bu durumun insanların isteğiyle alakalı olmadığını, tamamen doğal olarak
ortaya çıkacağını iddia etmekte ve sosyolojik açıdan nasıl mümkün olduğu hiç
açıklanmayan bu peşin kabulü bir kanıt gibi sunmaktadır. Başka bir ifadeyle
belli bir öncül doğru kabul edilmekte ve bu öncülden hareketle tutarlı olduğu
gösterilen bir önermenin aynı zamanda gerçekliğe de uygun olduğu iddia
edilmektedir. Fakat bu tarz bir iddia tutarlı olsa bile zorunlu olarak
gerçekliğe uygun değildir. Mantıksal argümanların içsel tutarlılığa sahip
olmalarıyla geçerli olmaları arasında bir fark vardır. Marx ya da diğer
Marksistler komünizm iddiasının geçerliliğinin nasıl mümkün olduğu konusunda
bir açıklama yapmamakta, yalnızca doğru kabul edilen öncüllerden hareketle
üretilen içsel tutarlılığa sahip argümanların komünizmin doğruluğunu kanıtlamak
için yeterli olduğunu ileri sürmektedirler. Fakat komünizmin gerçeğe uygun olup
olmadığını anlayabilmek için tasviri yapılan komünist toplumun nasıl mümkün
olabileceğini incelemek gerekmektedir. Öncelikle insanların üretim araçlarına
ortaklaşa bir şekilde sahip olup ihtiyaç duydukları her şeyi ortaklaşa bir
şekilde üretecekleri iddiası, üstü kapalı bir şekilde bütün insanların üretim
araçlarına ortaklaşa bir şekilde sahip olmayı kabul edeceklerini ve ortak
üretim yapmak ve üretilen şeylerin ne olacağına karar vermek konusunda hiçbir
anlaşmazlık yaşamayacaklarını varsaymaktadır. Fakat bunun mümkün olabilmesi
için insanların isteklerinin tamamen aynı olması gerekmektedir. Bu iddia
insanların birbirlerinden farklı oldukları, farklı şeyler istedikleri ve
ihtiyaç denen şeyin de oldukça göreceli olduğunu görememektedir. Basit bir
örnek üzerinden gidecek olursak aynı üretim araçlarını kullanarak şarap mı
yoksa zeytin yağı mı üreteceğiz? Buna verilebilecek cevap, herkesin istediği
ürünleri üretebilmek için yeteri kadar üretim aracı ve kaynağın olacağı
olabilir. Fakat bu tarz bir cevap açıkça kaynakların sınırsız olduğunu
varsaymaktadır. Fakat kaynaklar her zaman sınırlı olduğu için ne kadar verimli
kullanılırlarsa kullanılsınlar, herkesin farklı taleplerine cevap vermeleri
mümkün olmayacak ve zorunlu olarak ortaklaşa sahip olunan üretim araçları ve
kaynakların nasıl kullanılacağı konusunda bir fikir birliğine varılamayacaktır.
Bu sorunun oylamayla çözülmesi ve çoğunluğun istediğinin yapılması
önerilebilir. Fakat herhangi bir üretim aracı ve kaynağı çoğunluğun isteği
doğrultusunda kullanmak, azınlığın iradesini hiçe saymak anlamına gelecek ve bu
durumda iddia edildiği gibi herkes arzu ettiği her şeye ulaşamayacaktır. İkinci
olarak bazı insanlar diğerlerinin istedikleri şeyin üretilmesinden rahatsız
olabilir ve bu insanlar çoğunluk ise onları azınlığın istekleri üzerinde
hegemonya kurmaktan alıkoyacak bir otorite bulunmamaktadır. Örneğin Müslümanlar
dini sebeplerden dolayı muhtemelen alkollü içki ve domuz eti üretilmemesini
talep edecektir. Bu durumda alkollü içki ve domuz eti üretilmemesini talep eden
bu insanlar çoğunluğu oluşturdukları takdirde alkollü içki ve domuz eti
üretilmesini isteyen insanların isteklerini engelleyeceklerdir. Bu noktada
alkollü içki ve domuz eti üretilmesini isteyen azınlığın haklarını bunu
istemeyen çoğunluğa karşı koruyacak bir otorite bulunmamaktadır. Komünistlerin
buna verecekleri cevap muhtemelen komünist toplumda insanların dine ihtiyaç
duymayacakları, çünkü dinin esasen ekonomik durumu kötü olan insanları avutmak
ve kontrol etmek için var olduğu, herkesin istediği her şeyi elde edebildiği
bir dünyada bu tarz bir avuntuya ihtiyaç olmayacağı şeklinde olacaktır. Fakat
komünist toplumda herkesin istediği her şeye sahip olabileceği yönündeki
düşünce, nasıl mümkün olduğu komünistler tarafından hiç açıklanmayan ve nasıl
mümkün olabileceği üzerinde düşündüğümüzde pek çok çözümlenemez soruna neden
olan bir düşüncedir. Diğer yandan dinin yalnızca ekonomik durumu kötü olan
insanları avutmak için ortaya çıkmış bir şey olduğu ve insanların maddi olarak
istedikleri her şeye sahip oldukları bir durumda dinin var olmayacağını var
saymamızı gerektirecek bir durum da yoktur. Zira din, Marksistlerin düşündüğü
gibi yalnızca sosyo-ekonomik gerekçelere indirgenebilecek bir şey değildir.
Dinin önemli bir psikolojik boyutu bulunmaktadır ve ekonomik durumu çok iyi
olduğu halde samimi bir şekilde dine inanan pek çok insan mevcuttur. Diğer
taraftan din pek çok insan açısından ölüm olgusuna bir cevap verdiği için
inanılan bir şeydir ve olası bir komünist toplumda da ölüm olgusu ortadan
kalkmayacaktır.
Bir diğer problem ise ihtiyaç kavramının içeriğinin açık
olmaması ve herkesin topluma yeteneği kadar katkıda bulunup toplumsal üretimden
ihtiyaç duyduğu kadar şeyi alması şeklindeki ilkenin pek çok çözümlenemez
soruna yol açmasıdır. Öncelikle ihtiyaç tam olarak ne demektir? İnsanlar farklı
oldukları ve farklı şeyler istedikleri için her insanın ihtiyaç duyduğu şeyin
niteliği ve niceliği farklıdır. Örneğin bir insanın toplum için 10 birim ürün
üretecek kadar yetenekli olduğunu, fakat buna karşılık 100 birin ürüne ihtiyaç
duyduğunu düşünelim. Bu kişinin sürekli olarak topluma 10 birimlik ürün katkısı
yapıp bunun karşılığında toplumdan 100 birimlik ürün alması, diğer insanların
bu kişi için karşılıksız olarak 90 birimlik ürün ürettiği anlamına gelir. Fakat
diğer insanların bu kişi için karşılıksız çalışmalarını gerektirecek bir durum
var mıdır? Meselinin daha da problemli hâle geldiği nokta ise şudur: Eğer bir
insanın toplumsal üretimden alacağı ürün miktarını belirleyen şey bu kişinin
topluma ne kadar katkı yaptığı değil, yalnızca ne kadar şeye ihtiyaç duyduğu
ise herkesin istediği her şeye çalışmadan sahip olabilmesi gerekir. Zira
komünist toplumun formülü olarak ileri sürülen “herkesten yeteneğine göre ve herkese ihtiyacına göre” ilkesi,
kişinin toplumsal üretimden ihtiyaç duyduğu şeyi almak için mutlaka toplumsal
üretime katkıda bulunması gerektiği yönünde bir şarttan söz etmemektedir.
Burada komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmdeki “çalışmayan yemez” ilkesi söz konusu değildir. Eğer insanlar
toplumsal üretimden ihtiyaç duydukları payı alabilmek için topluma bir şey
sunmak zorunda değillerse insanların çalışmalarını gerektirecek bir durum var
mıdır? Söz konusu ilke, insanların başkalarından bir karşılık beklemeksizin
başkalarının hiçbir zaman objektif olarak ölçülemeyecek olan kişisel
ihtiyaçları için çalışmaya gönüllü olacaklarını varsaymaktadır. Fakat
insanların belli bir eforun karşılığı olan bir ürün miktarını sürekli olarak
karşılıksız bir şekilde başkalarına vermeyi kabul edeceklerini varsaymamızı
gerektirecek bir neden bulunmamaktadır. Bir insan söz gelimi 10 birimlik ürüne
ihtiyaç duyuyorsa kendi kullanacağı 10 birimlik üründen daha fazlasını üretmesi
anlamsızdır. Bu durumda ürettikleri belli bir miktarda ürüne karşılık daha
fazla ürüne ihtiyaç duyan insanların ihtiyacı olan ürünleri üretmek mümkün
olmayacaktır. Diğer taraftan ihtiyaç kavramı oldukça göreceli olduğu ve
insanlar diledikleri miktarda ve nitelikte ürüne ihtiyaç duyduklarını ileri
sürebilecekleri için kimin ihtiyacının ne olduğunu ölçebilecek objektif bir
kriter de bulunmamaktadır. Bu durumda sistemin devamı yalnızca kimin neye ne
kadar ihtiyacının olduğunu belirleyen bir kurallar bütününün oluşturulup bunun
belli bir otorite tarafından insanlara dayatılması gerekecektir ki bu durum
sınıflı toplum yapısına geri dönmek anlamına gelecektir. İhtiyaç kavramına daha
objektif bir açıdan yaklaşmaya çalışıp ihtiyacı herkesin hayatta kalabilmesine
yetecek kadar ürün miktarı olarak tanımlarsak bu durumda da insanların yalnızca
hayatta kalmalarına yetecek asgari miktarda üründen daha fazlasını üretmeleri
anlamsız olacaktır. Bu durumda iddia edildiği gibi adeta sınırsız bir ürün
bolluğu durumu söz konusu olmayacaktır.
Bir diğer önemli problem de komünist toplumda yaşam tarzı
konusundaki farklılıklardan kaynaklanabilecek sürtüşmelerin nasıl önleneceği ve
çoğunluk tarafından iyi gözle bakılmayan insanların haklarının nasıl
korunacağıdır. Örneğin komünist toplumda LGBT bireylerin hakları nasıl
korunacak, LGBT bireylere yönelik ayrımcılık nasıl engellenecektir? LGBT
bireylerin haklarını koruyan bir devletin yokluğunda toplumun çoğunluğunu
oluşturan heteroseksüel bireylerin LGBT bireylere karşı yapabileceği muhtemel
bir ayrımcılık nasıl engellenecektir? Buna verilecek cevap, komünist toplumda
bütün insanlar çok üstün bir bilinç ve empati düzeyine ulaşacağı için hiç
kimsenin başkalarından cinsiyet kimliği ya da cinsel yönelimi nedeniyle nefret
etmeyeceği olabilir. Fakat bunun dayanağı nedir? İnsanlar iddia edildiği gibi
gerçekten maddi açıdan ihtiyaç duydukları her şeye sahip olsalar bile maddi
açıdan sorunsuz bir durumda bulunuyor olmanın LGBT fobisini ortadan kaldıracağını
kanıtlayabilecek bir şey var mıdır? Marx temel olarak insanları her biri aynı
davranışları sergileyen hayvan toplulukları gibi hiçbir anlaşmazlık ve
uyumsuzluk yaşamaksızın bir arada var olabilecek sürü bazlı varlıklar olarak
görmekte ve buradan hareketle görünürdeki farklılıkların bir önem arz
etmeyeceğini düşünmektedir. Fakat insanlar her zaman farklı zevklere, farklı
beğenilere ve farklı beklentilere sahip olan farklı varlıklardır ve
farklılıklardan kaynaklanabilecek nefret ve düşmanlığın yaratabileceği kötü
sonuçların bireylerin evrensel haklarını koruma altına alan bir devlet
tarafından engellenmesi gerekmektedir.

Kaliteli bir eleştiri sn. Cemil.
YanıtlaSilKapitalizm, liberalizm; parası olana özgürlük tanır, farklılıklara saygı asıl meselesi değildir. Farklılıklara saygısızlık para getirecek olsa en başka kapitalist saygısızlık edecektir.
YanıtlaSilFikirlerin yüzeysel.
Gerçek özgürlüğe giden yol liberalin yolu değil, liberteryeninki, yani anarşistin yoludur. Bu noktada, bilmeyen okurlar için içini açmak isterim, felsefi anarşizmden bahsediyorum, TDK'nın kargaşacılık olarak tanımladığı yıkıcı tutumdan değil.
Anarşizme giden yolsa komünizmden geçer. Komünizm en azından teoride özgürlüğe giden yolu maddi sorunu olmayan bireylerle inşa etmeye çalışır.
Gelgelelim insanlık tarihinin en ilginç ve en içinden çıkılmaz konusu haline getirildiği için eşcinsellik konusunda tek aklı başında tek insancıl ideoloji olabileceği umut edilen komünizm bile insanlığın bilimsel birikiminin yetersiz olması nedeni ile eşcinsellere karşı tutumu ile sınıfta kalmış, zulmetmiştir. Bilim dünyası bu konuda yüzünü daha bir doğaya çevirince ve gerekli araştırmaları artırınca, tüm doğada hatırı sayılır bir yönelim olduğunu görünce komünistler de aydınlanma yaşamış ve homofobik geçmişleri yüzünden Fidel Castro gibi önemli komünistler de dahil olmak üzere eşcinsellerden özür dilemişlerdir.
Bu yüzden sol tandanslı oluşumların ilkelerine şöyle bir göz gezdirin son 20 yıldır falan eşcinselleri dışlamadıklarını göreceksiniz. Kapitalistler sadece para kaynağı olmaları durumunda eşcinsellere katlanırlar, örneğin, kapitaliste göre ''sanat, moda ve turizm sektörlerinde çok iyi para var''dır. Yoksa kapitalistlerin, liberallerin en iyi geçindikleri ideolojik eğilimler dinci ve milliyetçi kökenli eğilimlerdir. Savaş sanayisini ayakta tutacaksın ki kapitalistin geçici bir dönemliğine de olsa gözü doysun.
Hocam, renkleri, fon resmini, font büyüklüğünü, paragraf kullanımını.. hepsini düzenle. bu şekilde okuyamadım.
YanıtlaSil