1923 yılında 600 yıldan uzun bir süre varlığını sürdüren Osmanlı İmparatorluğu’nun yerini alan Türkiye Cumhuriyeti, Osmanlı’nın yüzlerce yıldır beraberinde getirdiği bir gelenekler yığınını radikal bir şekilde ortadan kaldırarak ülkenin Batı dünyasının liberal demokrat değerlerine yönelmesi adına ciddi bir atılım yaptı. Yüzlerce yıldır var olagelen hanedan ailesinin kutsiyeti, halkın hanedan ailesinin kulu kabul edilmesi, dini hükümlerin devlet yönetiminin ayrılmaz bir parçası olarak görülmesi ve hukukun temelini oluşturması gibi durumlar geçmişte kalmış; bunların yerini halkın kendi kendini yönetmesi, kadınların erkeklerle tamamen eşit siyasi haklara sahip olması, devlet yönetiminde ve hukukta dini prensiplerin esas alınmaması gibi özgür bir toplumun temel yapı taşlarını oluşturan ciddi kazanımlar elde edilmişti. Ortaya çıkan tablo, Osmanlı gibi özellikle son 200 yılda gerek özgür düşünce gerekse sanayi açısından devasa atılımlar yaparak dünya liderliğine soyunan Avrupa karşısında oldukça aciz bir durumda bulunan bir ülkenin yerini alan bu yeni ülke adına hayranlık uyandırıcıydı. Kendilerini bu hayranlık uyandırıcı tabloya kaptıran pek çok Türk aydını, yaratılan bu yeni ülkenin üzerine kurulu olduğu fikirler bütününü kusursuz kabul ediyor ve temel olarak Atatürkçülük şeklinde tanımlanabilecek olan bu düşünceler bütününün hiçbir eksiği ve hatasının olamayacağına, halk tarafından sorgulanmaksızın benimsenip hayatın her alanında uygulanması durumunda mükemmel sonuçlar yaratacağına ve mükemmel bir topluma ulaşılacağına inanıyorlardı. Çünkü onlara göre Atatürk’ün ilkeleri mutlak iyiyi ve onun ilkelerine uygun olmayan her şey mutlak kötüyü temsil ediyordu. Türkiye’nin kuruluşundan bu yana var olagelen devletçilik sorunu da temel olarak bu inançla ilgiliydi. Aslında itaat kültürü ve lider kültü ortadan kalkmamış, yalnızca etiketi değişmişti. Modern ve bir ölçüde liberal denebilecek ilkeler üzerine kurulu olan yeni Türkiye Cumhuriyeti’nde de tıpkı Osmanlı’da olduğu gibi piyasa ve toplumsal yaşam üzerindeki devlet denetiminin her sorunun çözümü olduğuna inanılıyor, yalnızca devlete atfedilen kutsiyet artık kaynağını dinden alan ilahi bir nitelik değil, seküler bir nitelik taşıyordu. Devlet, yalnızca insanların temel haklarını korumakla görevli olan ve bir kurum olarak değil, insanlara sahip oldukları hak ve özgürlükleri bahşeden ve bunun karşılığında insanlardan istediği her şeyi talep etmeye hakkının olduğu düşünülen yüce bir varlık olarak ele alınmıştı. Ülkenin Batılı bir karakter kazanması amacıyla yapılan devrimler aslında bireylerin kendi hayatları üzerindeki egemenliğini tesis etme amacını değil, Türk devletini Batı karşısında bir güç olarak var etme amacını taşıyordu. Bu bağlamda önemli olan şey, bireyin kendi hayatı ve kendi kişisel mutluluğu değildi. Birey kendi başına bir değer taşımıyordu. O ancak kendini hiçe sayıp ülke adına bir şeyler yaptığı ölçüde değerliydi. Diğer taraftan çağdaş değerlerin temsilcisi olarak ortaya çıkan devlet, esasında bireylere kişisel yaşamlarında bir tercih hakkı sunmaktan ziyade onlardan belli bir dünya görüşünü ve yaşam biçimini benimsemelerini bekliyor ve toplumu tek tip bir hâle getirmeyi amaçlıyordu. Olması gereken yetkilerin ötesine geçen devlet, bu yüzden kemalistlerin gözünde meşru ve yegâne kurtarıcı araçtı. Devletten insanlara bir “doğru” düşünce ve yaşayış biçimini öğretmesi isteniyordu. Beklenen şey, herkesin aynı “Türk” kimliğini benimsemesi, aynı dili konuşması, aynı “çağdaş ve modern” yaşam tarzına sahip olması, devletin kendisinden beklediği her şeyin bütünün çıkarına olduğunu anlayıp bütünün çıkarı için kendini feda edecek “bilinçte” olmasıydı. Ülkenin kuruluşundan günümüze kadar geçen süre içerisinde ortaya çıkan bütün etnik, dini ve iktisadi sorunlar temelde bu anlayışla ilgiliydi. İnşa edilmek istenen tek tip ulus anlayışı, Türk etnisitesi dışındaki diğer etnisitelerin geri plana atılmasını ve Türkçe’nin ana dili Türkçe olmayan vatandaşlara devlet eliyle dayatılmasını beraberinde getiriyor, öteden beri Anadolu coğrafyasının asli unsuru olan azınlıkların dilleri resmî kabul görmüyordu. Yıllar boyunca Kürtçe’nin konuşulması fiilî olarak engellendi ve Kürt kimliğinin ifade edilmesi bir suç olarak görüldü. Ulus kavramı toplum içerisindeki herkesin tüm farklılıklarıyla var olduğu bir yapı olarak değil, düzen ve uyum adına herkesin tek tip olup aynı kimliğe ve düşünce biçimine sahip olduğu homojen bir yapı olarak anlaşılmıştı. Düşünce, ifade ve vicdan özgürlüğü yalnızca bu tek tip yapının “ortak” çıkarlarına resmî ideoloji tarafından onaylanan bir şekilde hizmet etme potansiyeline sahip olan farklı yaklaşımları barındırdığı sürece kabul ediliyordu. Fakat bu özgürlüklerin yaratılmaya çalışılan zorlama ulus yapısı ve bu yapının üzerine kurulu olduğu ilkelere karşı çıkmak için kullanılması asla mümkün değildi.
Tek tip ulus yaratma saplantısının beraberinde getirdiği en
büyük problemlerden bir tanesi de başörtüsü takmak gibi dînî bir vecibeyi
yerine getiren insanların eğitim haklarının ellerinden alınması, işlerinden
atılmaları, yaptıkları işi ve sundukları hizmeti hiçbir şekilde etkilemeyen ve
başkalarına zarar vermeyen bu davranışlarından dolayı suçlu muamelesi
görmeleriydi. Devlet insanların toplumun her alanında diledikleri gibi var
olmalarını sağlayan bir sistemi garanti altına almak yerine insanlara belli bir
yaşayış biçimini dayatıyor, belli bir giyim biçimine sahip olmayı karakterden
ve insani erdemlerden daha önemli görüyordu. Medeniyet fikirlere ve becerilere
değil, dış görünüşe indirgenmişti ve devlet tarafından medenî ve olması gereken olarak kabul edilen
dış görünüşe sahip olmayanlar sivil haklarından mahrum bırakılmaktaydı. Laiklik ilkesi
din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması gibi oldukça eksik bir şekilde
tanımlanmış, laikliğin insanların vicdani kanaatlerine hiçbir şekilde müdahale
edilmemesini gerektirdiği, insanları belli bir dini sembolü kullanmaya
zorlamakla onu kullanmamaya zorlamanın ahlaki açıdan eşit derecede yanlış olduğu anlaşılamamış ve dinî sembollerin kullanımının laiklikle bağdaşmadığı
şeklinde bir saçmalığın kabul edilmesi, liberal-muhafazakâr olarak
tanımlanabilecek pek çok insanı din konusunda radikal bir tavır takınmaya itmiş
ve genel olarak dindar kesimin gözünde laikliğin din düşmanlığı olduğu şeklinde
bir algının oluşmasına neden olmuştu.
Bu devletçi ve tek tipçi yaklaşımın baskıları ve sebep olduğu
hak ihlalleri 1980’li yıllarda başlayan ve bugün hâlâ önemli bir problem olarak
var olmaya devam eden radikal İslamcılık ve PKK terörünü ortaya çıkardı.
Devletçi kemalist zihniyet dil, düşünce biçimi ve yaşam tarzı anlamında tek tip
bir ulus anlayışının bütünüyle bir fanteziden ibaret olduğunu, bunun temelde
insan tabiatına aykırı olduğu için gerçekte bir karşılığının
olamayacağını anlayamamıştı. Atatürk yalnızca 19. yüzyılın kendine has
şartlarının bir sonucu olan milliyetçi ideolojinin ve tek tip ulus kurgusunun
toplumların gelişiminin temel itici unsurları olduğunu zannetmişti. Halbuki bu,
temel olarak ulus devlet yapıları içerisinde tekel olma amacı taşıyan ve bir
ulusun kitlesel gücünü manipüle ederek halkı kendi çıkarları doğrultusunda
kullanmak isteyen elitlerin çıkarlarına hizmet eden bir fikirler bütünüydü ve
bu ideolojinin insanlık için faydalı olmadığı zaten sebebiyet verdiği iki büyük
dünya savaşıyla net bir şekilde anlaşılmıştı. Daha önce milliyetçi fikirlerin
etkisi altına girerek kendi felaketlerini hazırlayan Avrupa ülkeleri, 2. Dünya
savaşının bitiminden itibaren liberalizmin serbest ve gönüllü ticaret ilkesini
benimseyerek zenginliğe, bolluğa ve refaha kavuştular. Kemalist ideoloji bir
toplumun mutluluğunun kolektivist bir örgütlenmeden ve insanların devlete
mutlak itaatinden geçtiğine inanıyordu. Halbuki devletçi ve kolektivist
fikirler 20. yüzyılda Nazi Almanya’sı, Sovyetler Birliği ve komünist Çin’de
tarihte görülmüş en büyük katliamlara neden olmuşlardı. Özellikle bütün bu
diktatörlükler ortadan kalktıktan sonra karşımıza çıkan tablo, bize zenginlik,
refah ve insan mutluluğunun temelde her zaman bireyin ekonomik faaliyetleri ve
kendi hayatı üzerindeki kararlarında mutlak egemen olmasıyla ve devletten
bağımsız hareket edebilmesiyle ilgili olduğunu gösterdi.

Yorumlar
Yorum Gönder