KOMÜNİZM NEDEN MÜMKÜN DEĞİLDİR?

Karl Marx başta olmak üzere onu takip edip kendilerini komünizm idealine adamış düşünürlerin neredeyse hiçbiri, kaçınılmaz olduğunu iddia ettikleri komünist toplumun tam olarak nasıl bir toplum olacağı ve böyle bir toplumda hayatın nasıl şekillenip nasıl devam edeceği ve nasıl bir evrim göstereceği konusunda ciddi bir açıklama yapmamışlardır. Marx ve onun ardılı olan düşünürler daha çok kapitalizmin nasıl işlediğini ve onlara göre hangi sebeplerden dolayı yıkılacağını açıklamaya çalışmış, fakat komünist bir toplumda insan hayatının nasıl olacağını açıklamak konusunda çok az istekli olmuşlardır. Fakat Marx hiçbir zaman ideal bir komünist toplumu tasvir etmeye kalkışmamış olsa da bu ideal toplum için bir prensip ileri sürmüştür:

 

“Herkesten yeteneğine göre ve herkese ihtiyacına göre.”

 

Marx bu prensibi ileri sürmenin ötesinde bu prensibin nasıl mümkün olduğu konusunda bir açıklama yapmaktan kaçınmıştır. Marx ileri sürdüğü bu prensibin kendinde bir doğru olduğuna inanıyor ve bu prensip üzerine kurulu olan bir toplumun herhangi bir kusuru olabileceğini düşünmüyordu. Bize verdiği bir diğer ipucu ise komünist toplumda devletin ve ekonomik sınıf ayrımının var olmayacağı, devlet örgütlenmesinin yerini bütün insanların doğrudan ve gönüllü örgütlenmesinin alacağı ve üretim araçları denen fabrika, maden, toprak, doğal kaynak gibi şeylerin bütün insanların ortak mülkiyetinde olacağıdır. Fakat bunların da nasıl mümkün olduğuna yönelik bir açıklama yapmamış, bunları peşinen doğru olarak kabul etmiştir. Fakat ne var ki bunları nasıl mümkün olacaklarına yönelik herhangi bir açıklama yapmadan peşinen doğru kabul etmek tatmin edici olmadığı gibi Marksist teori içerisinde bir boşluğa da neden olmaktadır. Bu yazıda Marx’ın bize komünist toplumun niteliğine dair sunduğu bu kabullerden hareketle böyle bir toplumun neden mümkün olmadığını anlatmaya çalışacağım.

 

Komünizm ekonomik sınıfların olmadığı ve insanların üretim araçlarına ortak bir şekilde sahip oldukları bir durumda devletin doğal olarak ortadan kalkacağını (çünkü devletin temelde sadece sınıflı toplum yapıları içerisinde ezen sınıfın ezilen sınıfı kontrol etmek için üretip kullandığı bir araç olduğunu) ve artık suç olgusunun var olmayacağını ileri sürmektedir. Buna göre suç olgusu, sınıflı toplum yapılarından kaynaklanan bir şeydir ve aslında insanda doğal bir potansiyel olarak var olan bir eğilim değildir. Bu bağlamda komünizm, insan doğası diye bir şeyin olmadığını, insanların davranışlarını belirleyen şeyin insanların içerisinde bulundukları şartlar olduğunu ve şartlar değiştiğinde insan davranışlarının da değişeceğini iddia etmektedir. Bu noktada sorulması gereken soru, komünist bir toplumda insanların davranışlarının Marx’ın öngördüğü bir şekilde değişeceğini varsaymanın doğru olup olmadığıdır. Söz konusu düşünce, insanlar üretim araçlarına ortaklaşa bir şekilde sahip oldukları ve bunun getirisi olarak herkesin ihtiyacına yetecek kadar ciddi bir üretim bolluğuna ulaşıldığında insanların suç işlemesini, çözümlenemez fikir ayrılıkları yaşamasını, birbirlerinden çeşitli gerekçelerle nefret etmesini gerektirecek bir durum olmayacağını ileri sürmektedir. İnsanların üretim araçlarına ortaklaşa sahip olacakları ve hiçbir anlaşmazlık yaşamaksızın kusursuz bir uyum içerisinde yaşayacakları bir dünya, kaçınılmaz bir kader olarak tasvir edilmekte ve bu durum bir ön kabul olarak alınarak buradan hareketle artık insanlar arasında hiçbir sorun olmayacağı, dünyanın harika bir yer olacağı sonucuna ulaşılmaktadır. Bu düşünce, anlaşılabileceği üzere insanların üretim araçlarına ortaklaşa bir şekilde sahip olmayı kabul edecekleri ve bu durumun en verimli üretimi ortaya çıkaracağı varsayımına dayanmaktadır. Buradaki problem ise insanların üretim araçlarına ortaklaşa bir şekilde sahip olmayı istemelerini gerektirecek bir durum olup olmadığıdır. Marx esasen bu durumun insanların isteğiyle alakalı olmadığını, tamamen doğal olarak ortaya çıkacağını iddia etmekte ve sosyolojik açıdan nasıl mümkün olduğu hiç açıklanmayan bu peşin kabulü bir kanıt gibi sunmaktadır. Başka bir ifadeyle belli bir öncül doğru kabul edilmekte ve bu öncülden hareketle tutarlı olduğu gösterilen bir önermenin aynı zamanda gerçekliğe de uygun olduğu iddia edilmektedir. Fakat bu tarz bir iddia tutarlı olsa bile zorunlu olarak gerçekliğe uygun değildir. Mantıksal argümanların içsel tutarlılığa sahip olmalarıyla geçerli olmaları arasında bir fark vardır. Marx ya da diğer Marksistler komünizm iddiasının geçerliliğinin nasıl mümkün olduğu konusunda bir açıklama yapmamakta, yalnızca doğru kabul edilen öncüllerden hareketle üretilen içsel tutarlılığa sahip argümanların komünizmin doğruluğunu kanıtlamak için yeterli olduğunu ileri sürmektedirler. Fakat komünizmin gerçeğe uygun olup olmadığını anlayabilmek için tasviri yapılan komünist toplumun nasıl mümkün olabileceğini incelemek gerekmektedir. Öncelikle insanların üretim araçlarına ortaklaşa bir şekilde sahip olup ihtiyaç duydukları her şeyi ortaklaşa bir şekilde üretecekleri iddiası, üstü kapalı bir şekilde bütün insanların üretim araçlarına ortaklaşa bir şekilde sahip olmayı kabul edeceklerini ve ortak üretim yapmak ve üretilen şeylerin ne olacağına karar vermek konusunda hiçbir anlaşmazlık yaşamayacaklarını varsaymaktadır. Fakat bunun mümkün olabilmesi için insanların isteklerinin tamamen aynı olması gerekmektedir. Bu iddia insanların birbirlerinden farklı oldukları, farklı şeyler istedikleri ve ihtiyaç denen şeyin de oldukça göreceli olduğunu görememektedir. Basit bir örnek üzerinden gidecek olursak aynı üretim araçlarını kullanarak şarap mı yoksa zeytin yağı mı üreteceğiz? Buna verilebilecek cevap, herkesin istediği ürünleri üretebilmek için yeteri kadar üretim aracı ve kaynağın olacağı olabilir. Fakat bu tarz bir cevap açıkça kaynakların sınırsız olduğunu varsaymaktadır. Fakat kaynaklar her zaman sınırlı olduğu için ne kadar verimli kullanılırlarsa kullanılsınlar, herkesin farklı taleplerine cevap vermeleri mümkün olmayacak ve zorunlu olarak ortaklaşa sahip olunan üretim araçları ve kaynakların nasıl kullanılacağı konusunda bir fikir birliğine varılamayacaktır. Bu sorunun oylamayla çözülmesi ve çoğunluğun istediğinin yapılması önerilebilir. Fakat herhangi bir üretim aracı ve kaynağı çoğunluğun isteği doğrultusunda kullanmak, azınlığın iradesini hiçe saymak anlamına gelecek ve bu durumda iddia edildiği gibi herkes arzu ettiği her şeye ulaşamayacaktır. İkinci olarak bazı insanlar diğerlerinin istedikleri şeyin üretilmesinden rahatsız olabilir ve bu insanlar çoğunluk ise onları azınlığın istekleri üzerinde hegemonya kurmaktan alıkoyacak bir otorite bulunmamaktadır. Örneğin Müslümanlar dini sebeplerden dolayı muhtemelen alkollü içki ve domuz eti üretilmemesini talep edecektir. Bu durumda alkollü içki ve domuz eti üretilmemesini talep eden bu insanlar çoğunluğu oluşturdukları takdirde alkollü içki ve domuz eti üretilmesini isteyen insanların isteklerini engelleyeceklerdir. Bu noktada alkollü içki ve domuz eti üretilmesini isteyen azınlığın haklarını bunu istemeyen çoğunluğa karşı koruyacak bir otorite bulunmamaktadır. Komünistlerin buna verecekleri cevap muhtemelen komünist toplumda insanların dine ihtiyaç duymayacakları, çünkü dinin esasen ekonomik durumu kötü olan insanları avutmak ve kontrol etmek için var olduğu, herkesin istediği her şeyi elde edebildiği bir dünyada bu tarz bir avuntuya ihtiyaç olmayacağı şeklinde olacaktır. Fakat komünist toplumda herkesin istediği her şeye sahip olabileceği yönündeki düşünce, nasıl mümkün olduğu komünistler tarafından hiç açıklanmayan ve nasıl mümkün olabileceği üzerinde düşündüğümüzde pek çok çözümlenemez soruna neden olan bir düşüncedir. Diğer yandan dinin yalnızca ekonomik durumu kötü olan insanları avutmak için ortaya çıkmış bir şey olduğu ve insanların maddi olarak istedikleri her şeye sahip oldukları bir durumda dinin var olmayacağını var saymamızı gerektirecek bir durum da yoktur. Zira din, Marksistlerin düşündüğü gibi yalnızca sosyo-ekonomik gerekçelere indirgenebilecek bir şey değildir. Dinin önemli bir psikolojik boyutu bulunmaktadır ve ekonomik durumu çok iyi olduğu halde samimi bir şekilde dine inanan pek çok insan mevcuttur. Diğer taraftan din pek çok insan açısından ölüm olgusuna bir cevap verdiği için inanılan bir şeydir ve olası bir komünist toplumda da ölüm olgusu ortadan kalkmayacaktır.

Bir diğer problem ise ihtiyaç kavramının içeriğinin açık olmaması ve herkesin topluma yeteneği kadar katkıda bulunup toplumsal üretimden ihtiyaç duyduğu kadar şeyi alması şeklindeki ilkenin pek çok çözümlenemez soruna yol açmasıdır. Öncelikle ihtiyaç tam olarak ne demektir? İnsanlar farklı oldukları ve farklı şeyler istedikleri için her insanın ihtiyaç duyduğu şeyin niteliği ve niceliği farklıdır. Örneğin bir insanın toplum için 10 birim ürün üretecek kadar yetenekli olduğunu, fakat buna karşılık 100 birin ürüne ihtiyaç duyduğunu düşünelim. Bu kişinin sürekli olarak topluma 10 birimlik ürün katkısı yapıp bunun karşılığında toplumdan 100 birimlik ürün alması, diğer insanların bu kişi için karşılıksız olarak 90 birimlik ürün ürettiği anlamına gelir. Fakat diğer insanların bu kişi için karşılıksız çalışmalarını gerektirecek bir durum var mıdır? Meselinin daha da problemli hâle geldiği nokta ise şudur: Eğer bir insanın toplumsal üretimden alacağı ürün miktarını belirleyen şey bu kişinin topluma ne kadar katkı yaptığı değil, yalnızca ne kadar şeye ihtiyaç duyduğu ise herkesin istediği her şeye çalışmadan sahip olabilmesi gerekir. Zira komünist toplumun formülü olarak ileri sürülen “herkesten yeteneğine göre ve herkese ihtiyacına göre” ilkesi, kişinin toplumsal üretimden ihtiyaç duyduğu şeyi almak için mutlaka toplumsal üretime katkıda bulunması gerektiği yönünde bir şarttan söz etmemektedir. Burada komünizmin ilk aşaması olan sosyalizmdeki “çalışmayan yemez” ilkesi söz konusu değildir. Eğer insanlar toplumsal üretimden ihtiyaç duydukları payı alabilmek için topluma bir şey sunmak zorunda değillerse insanların çalışmalarını gerektirecek bir durum var mıdır? Söz konusu ilke, insanların başkalarından bir karşılık beklemeksizin başkalarının hiçbir zaman objektif olarak ölçülemeyecek olan kişisel ihtiyaçları için çalışmaya gönüllü olacaklarını varsaymaktadır. Fakat insanların belli bir eforun karşılığı olan bir ürün miktarını sürekli olarak karşılıksız bir şekilde başkalarına vermeyi kabul edeceklerini varsaymamızı gerektirecek bir neden bulunmamaktadır. Bir insan söz gelimi 10 birimlik ürüne ihtiyaç duyuyorsa kendi kullanacağı 10 birimlik üründen daha fazlasını üretmesi anlamsızdır. Bu durumda ürettikleri belli bir miktarda ürüne karşılık daha fazla ürüne ihtiyaç duyan insanların ihtiyacı olan ürünleri üretmek mümkün olmayacaktır. Diğer taraftan ihtiyaç kavramı oldukça göreceli olduğu ve insanlar diledikleri miktarda ve nitelikte ürüne ihtiyaç duyduklarını ileri sürebilecekleri için kimin ihtiyacının ne olduğunu ölçebilecek objektif bir kriter de bulunmamaktadır. Bu durumda sistemin devamı yalnızca kimin neye ne kadar ihtiyacının olduğunu belirleyen bir kurallar bütününün oluşturulup bunun belli bir otorite tarafından insanlara dayatılması gerekecektir ki bu durum sınıflı toplum yapısına geri dönmek anlamına gelecektir. İhtiyaç kavramına daha objektif bir açıdan yaklaşmaya çalışıp ihtiyacı herkesin hayatta kalabilmesine yetecek kadar ürün miktarı olarak tanımlarsak bu durumda da insanların yalnızca hayatta kalmalarına yetecek asgari miktarda üründen daha fazlasını üretmeleri anlamsız olacaktır. Bu durumda iddia edildiği gibi adeta sınırsız bir ürün bolluğu durumu söz konusu olmayacaktır.

Bir diğer önemli problem de komünist toplumda yaşam tarzı konusundaki farklılıklardan kaynaklanabilecek sürtüşmelerin nasıl önleneceği ve çoğunluk tarafından iyi gözle bakılmayan insanların haklarının nasıl korunacağıdır. Örneğin komünist toplumda LGBT bireylerin hakları nasıl korunacak, LGBT bireylere yönelik ayrımcılık nasıl engellenecektir? LGBT bireylerin haklarını koruyan bir devletin yokluğunda toplumun çoğunluğunu oluşturan heteroseksüel bireylerin LGBT bireylere karşı yapabileceği muhtemel bir ayrımcılık nasıl engellenecektir? Buna verilecek cevap, komünist toplumda bütün insanlar çok üstün bir bilinç ve empati düzeyine ulaşacağı için hiç kimsenin başkalarından cinsiyet kimliği ya da cinsel yönelimi nedeniyle nefret etmeyeceği olabilir. Fakat bunun dayanağı nedir? İnsanlar iddia edildiği gibi gerçekten maddi açıdan ihtiyaç duydukları her şeye sahip olsalar bile maddi açıdan sorunsuz bir durumda bulunuyor olmanın LGBT fobisini ortadan kaldıracağını kanıtlayabilecek bir şey var mıdır? Marx temel olarak insanları her biri aynı davranışları sergileyen hayvan toplulukları gibi hiçbir anlaşmazlık ve uyumsuzluk yaşamaksızın bir arada var olabilecek sürü bazlı varlıklar olarak görmekte ve buradan hareketle görünürdeki farklılıkların bir önem arz etmeyeceğini düşünmektedir. Fakat insanlar her zaman farklı zevklere, farklı beğenilere ve farklı beklentilere sahip olan farklı varlıklardır ve farklılıklardan kaynaklanabilecek nefret ve düşmanlığın yaratabileceği kötü sonuçların bireylerin evrensel haklarını koruma altına alan bir devlet tarafından engellenmesi gerekmektedir.

Bu tarz bir kurgusal toplumun aksine liberal-kapitalist sistem, sözü edilen bütün problemleri büyük ölçüde çözmektedir. Öncelikle üretim araçlarının özel mülkiyeti, üretim araçlarının ortak mülkiyet olduğu durumda ortaya çıkacak olan fikir anlaşmazlığını önlemektedir. Üretim araçlarının sahibi olan kişi, ne üreteceğine tamamen piyasadaki talebe göre karar vermekte ve onun üretim sürecine müdahale edebilecek bir etken bulunmadığı için üretim aksamamaktadır. Diğer taraftan kapitalist sistemin kâr üzerine kurulu olması, talep edilen her ürünün üretiminden kâr elde edilebileceği için en az miktarda talep edilen şeylerin bile arzını mümkün kılmaktadır. Ayrıca liberal devlet tüm bireylerin haklarını diğerlerine karşı koruduğu için belli bir çoğunluğun belli bir ürünün üretiminden hoşlanmamaları durumunda o ürünün üretiminin engellenmesi mümkün olmamakta ve böylece en küçük azınlıklar bile ihtiyaç duydukları ürünlere ulaşabilmektedirler. Bunun yanı sıra kapitalist sistem içerisinde insanlar yalnızca başkalarına bir hizmet sunmaları karşılığında kendi istedikleri şeyleri elde edebilecekleri ve başkalarına ne kadar iyi hizmet sağlarlarsa o kadar çok şeye sahip olacakları için ciddi bir çalışma motivasyonu ortaya çıkmakta ve bu motivasyon sayesinde sürekli daha verimli ve daha kaliteli bir üretim mümkün olmaktadır. Kapitalist sistem içerisinde başkalarına bir hizmet sunmadan bir şey elde edemeyeceklerini bilen insanlar, maksimum kapasitelerini ortaya koymak konusunda çok daha istekli olmaktadırlar. Ve son olarak bireylerin haklarını korumakla vazifeli liberal devlet, yaşam tarzı ve kimlik konusunda farklılık gösteren tüm azınlık bireylerin haklarını koruma altına alarak onları çoğunluğun olası zorbalığı ve ayrımcılığından korumakta ve hayatlarını çoğunluk tarafından zarar görme kaygısı taşımaksızın yaşayabilmelerine olanak tanımaktadır.
 

Yorumlar

  1. Kaliteli bir eleştiri sn. Cemil.

    YanıtlaSil
  2. Kapitalizm, liberalizm; parası olana özgürlük tanır, farklılıklara saygı asıl meselesi değildir. Farklılıklara saygısızlık para getirecek olsa en başka kapitalist saygısızlık edecektir.

    Fikirlerin yüzeysel.

    Gerçek özgürlüğe giden yol liberalin yolu değil, liberteryeninki, yani anarşistin yoludur. Bu noktada, bilmeyen okurlar için içini açmak isterim, felsefi anarşizmden bahsediyorum, TDK'nın kargaşacılık olarak tanımladığı yıkıcı tutumdan değil.

    Anarşizme giden yolsa komünizmden geçer. Komünizm en azından teoride özgürlüğe giden yolu maddi sorunu olmayan bireylerle inşa etmeye çalışır.

    Gelgelelim insanlık tarihinin en ilginç ve en içinden çıkılmaz konusu haline getirildiği için eşcinsellik konusunda tek aklı başında tek insancıl ideoloji olabileceği umut edilen komünizm bile insanlığın bilimsel birikiminin yetersiz olması nedeni ile eşcinsellere karşı tutumu ile sınıfta kalmış, zulmetmiştir. Bilim dünyası bu konuda yüzünü daha bir doğaya çevirince ve gerekli araştırmaları artırınca, tüm doğada hatırı sayılır bir yönelim olduğunu görünce komünistler de aydınlanma yaşamış ve homofobik geçmişleri yüzünden Fidel Castro gibi önemli komünistler de dahil olmak üzere eşcinsellerden özür dilemişlerdir.

    Bu yüzden sol tandanslı oluşumların ilkelerine şöyle bir göz gezdirin son 20 yıldır falan eşcinselleri dışlamadıklarını göreceksiniz. Kapitalistler sadece para kaynağı olmaları durumunda eşcinsellere katlanırlar, örneğin, kapitaliste göre ''sanat, moda ve turizm sektörlerinde çok iyi para var''dır. Yoksa kapitalistlerin, liberallerin en iyi geçindikleri ideolojik eğilimler dinci ve milliyetçi kökenli eğilimlerdir. Savaş sanayisini ayakta tutacaksın ki kapitalistin geçici bir dönemliğine de olsa gözü doysun.

    YanıtlaSil
  3. Hocam, renkleri, fon resmini, font büyüklüğünü, paragraf kullanımını.. hepsini düzenle. bu şekilde okuyamadım.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder