LİBERAL PERSPEKTİFTEN VERGİLENDİRMENİN MEŞRUİYETİ VE SINIRLARI


Vergilendirme konusu, liberal teori içerisindeki önemli tartışma konularından biridir. Liberal gelenek içerisindeki düşünürlerin vergilendirme karşısında takındıkları tavır, bu geleneğin hangi noktasında bulunduklarına göre farklılık göstermektedir. Klasik liberaller ve liberteryenler çoğu zaman devletin yalnızca devlet tarafından yerine getirilmesi zaruri olan hizmetlerin finanse edilmesi için vergi alabileceği düşüncesindedir. Sosyal liberaller ise vergilendirmenin sınırlarının insani gelişim için kaçınılmaz olarak gördükleri ve bütünüyle piyasanın insafına terk edilmemesi gerektiğini düşündükleri eğitim, sağlık, barınma ya da işsiz ve engelli insanlar için minimum bir geçim standardının sağlanmasına yönelik işsizlik maaşı ve bakım parası gibi şeyleri kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini düşünürler. Devleti bütünüyle gayrimeşru bir kurum olarak gören anarko-kapitalistler ise vergilendirmenin hiçbir haklılığının olmadığını savunmakta ve onu tamamen reddetmektedirler. Bu yazıda bu yaklaşımların vergilendirme konusundaki görüşlerini, bunları hangi gerekçelere dayandırdıklarını ve bu gerekçelerin geçerli olup olmadığını tartışarak klasik liberal ve özellikle liberteryen düşüncenin vergilendirme konusundaki yaklaşımının neden doğru ve makul bir vergilendirme yaklaşımı olduğunu göstermeye çalışacağım.

Klasik liberaller ve liberteryenler devlet kurumunu yalnızca insanların evrensel haklarını korumakla görevli bir kurum olarak görmekte ve devletin yalnızca bu görevini yerine getirebilmesini sağlayacak olan adalet, güvenlik ve altyapı hizmetlerini sağlamak için vergi alabilmesinin meşru olduğunu düşünmektedirler. Bu hizmetler, insanların bireysel özgürlüklerini kullanabilmelerinin ön koşulunu oluşturmaktadır ve bir kamu otoritesi tarafından tesis edilmemeleri durumunda insanların temel haklarının tehlikeye girmesi durumu söz konusu olduğu için her insan temel haklarının korunmasının garantisi olan bu hizmetler için vergi ödemekle yükümlüdür. Bununla birlikte eğitim ve sağlık konuları da bir toplumun varlığını sürdürebilmesi için ciddi öneme sahip olan konular oldukları ve dolayısıyla eğitim ve sağlık hizmetlerinin de en azından temel bir düzeyde devlet tarafından sağlanması gerektiği düşünceleri, pek çok klasik liberal tarafından kabul edilebilecek düşüncelerdir. Fakat bunun dışında, toplumun tamamının yararlanmak zorunda olmadığı ve açık bir şekilde toplumun tamamının çıkarına olmayan bir takım dini, kültürel, sanatsal vs. kurumların halkın tamamının vergileriyle finanse edilmeleri, klasik liberaller ve liberteryenler tarafından doğru bulunmamaktadır.

Sosyal liberaller ise genellikle daha genişletilmiş bir vergilendirme sistemini savunurlar. Onlara göre devletin yalnızca güvenlik, adalet ve altyapı gibi hizmetleri üstlenmesi, insanlar arasında fırsat eşitliği sağlamak için yeterli değildir. Sosyal liberaller eğer her insanın kendi bireysel kapasitesini geliştirip kendi bireysel mutluluğunu tesis etme haklarının olduğunu kabul ediyorsak devlet tarafından sağlanan kamu hizmetlerinin fırsat eşitliğine imkan tanıyacak ölçüde genişletilmesi gerektiği düşüncesindedirler. Örneğin eğitime yatkın olan fakat maddi yetersizliklerden ötürü yüksek öğrenim görme imkanı bulunmayan ya da elinde olmayan bir sebepten dolayı ciddi bir hastalığa yakalanan ve ameliyat olması gereken insanların eğitim ve ameliyat masraflarının da devlet tarafından karşılanması gerektiği düşüncesindedirler. Yine kendisine bakmaktan aciz olan hastaların, talihsiz bir kaza sonucu bir daha çalışamayacak şekilde sakatlanan insanların ve iş bulamadığı için ailesini geçindiremeyen insanların da hayatlarını devam ettirmek için devlet tarafından finansal olarak desteklenmeleri gerektiği söyleyebilirler.

Liberal gelenek içerisindeki en radikal vergi karşıtlığını ise anarko-kapitalizm temsil etmekte ve vergilendirmeyi bütünüyle reddetmektedir. Anarko-kapitalist düşünce vergilendirmenin tümden reddini temel olarak vergilendirmenin ahlaki olmadığı tezi üzerinden gerekçelendirmeye çalışmaktadır. Buna göre vergi temelde insanlardan rızaları dışında alınan bir paradır. Fakat bir insan kendisine ait olan herhangi bir şeyi rızası dışında bir başkasına vermek zorunda değildir. Bir insana ait olan bir şeyi ondan rızası dışında almak hırsızlıktır. Bu nedenle vergi de insanlardan rızaları olmadan zorla alınan bir para olduğu için özünde hırsızlıktır ve meşru değildir. Anarko-kapitalizmin mutlak vergi karşıtlığındaki problem, vergilendirmenin tamamen normatif bir perspektiften ele alınıp meselenin pratik boyutunun göz ardı ediliyor olmasıdır. Vergilendirmenin bütünüyle normatif bir bakış açısından reddinin makul olabilmesi ancak vergilendirmenin hiç olmadığı (ve dolayısıyla devletin olmadığı) bir durumda toplumsal düzenin daha iyi bir şekilde işlediği ve insanların refah ve mutluluğun arttığının gösterilmesiyle mümkündür. Çünkü ahlaki olduğu ileri sürülen bir durum insan için olumsuz sonuçlar yaratıyorsa onun ahlaki olduğunu ileri sürmek anlamsız olacaktır. Dolayısıyla anarko-kapitalistler yalnızca vergilendirmenin ahlaki olmadığı noktasından hareketle vergilendirmeyi reddetmenin kabul edilebilir bir tutum olduğunu kanıtlayabilmek için bize devletin ve dolayısıyla vergilendirmenin olmadığı bir durumda toplumsal düzen, uzlaşı ve insani mutluluğun devletin ve vergilendirmenin olduğu duruma kıyasla daha iyi çalıştığını gösterebilmelidirler. Bu noktada anarko-kapitalizme karşı ileri sürülebilecek ilk eleştiri, anarko-kapitalist bir düzenin tarihsel süreçte hiç deneyimlenmediği ve bu yüzden gerçekçi olmadığı olabilir. Fakat buna anarko-kapitalizm cephesinden bu tarz bir düzenin henüz deneyimlenmemiş olmasının böyle bir düzenin gerçekçi olmadığının ya da başarısız olacağının kanıtı sayılamayacağı, çünkü bunu denemediğimiz sürece bilemeyeceğimiz cevabı gelebilir. Bu durumda anarko-kapitalizmin pratikte olumlu sonuçlar doğurup doğuramayacağını anlamak için meseleyi teorik olarak tartışmak durumundayız. İlk problem, anarko-kapitalist bir düzende insanlar arasındaki gönüllü ilişkilerin daha iyi bir şekilde yürüyüp yürümeyeceğiyle ilgilidir. Anarko-kapitalistler vergilendirmenin ve dolayısıyla devletin olmadığı bir durumda insanlar arasındaki gönüllü ilişkilere insanların rızası dışında müdahale edebilecek bir otorite bulunmayacağı için insanların ticari ve insani ilişkilerini tamamen kendi rızaları doğrultusunda çok daha iyi bir şekilde düzenleyeceklerini ileri sürmektedirler. Fakat devlet otoritesinin yokluğunda insanların kendi aralarındaki ilişkileri çok daha iyi bir şekilde düzenleyebilecekleri iddiası, insanların başkalarına her zaman iyi niyetle yaklaşacağı ve başkalarıyla olan ilişkilerinde karşılarındaki kişinin kurallarına ve sınırlarına her zaman riayet edecekleri şeklinde bir varsayımı üstü kapalı olarak barındırmaktadır. Bu varsayım, insan doğasına yönelik aşırı iyimser ve gerçekçi olmayan bir yaklaşımı yansıtmaktadır. İnsanlar arasındaki ilişkileri düzenleyen ve insanlar başkalarının kişisel sınırlarını ve haklarını ihlal ettiklerinde onları cezalandıran bir devlet otoritesinin yokluğunda insanların birbirleriyle her zaman gönüllü ilişkiler içerisine gireceklerini düşünmemizi gerektirecek bir neden bulunmamaktadır. İnsanların kişisel çıkar elde etme eğilimi her zaman başkalarıyla gönüllü ilişkiler içerisine girmesini gerektirmemektedir. Örneğin eğer bir başkasına ait olan bir nesneyi güç kullanarak o kişinin elinden almak, o nesneyi karşılığında o kişiye başka bir şey vererek almaktan daha kolay ve daha kazançlıysa ve  güçlü olan kişiyi güç kullanarak karşısındaki kişinin mülkünü haksız bir şekilde ele geçirmekten alıkoyacak bir devlet otoritesi bulunmuyorsa güçlü olan kişinin karşısındakini bertaraf edip ona ait olan şeyi zorla ondan almamasını gerektirecek bir neden yoktur. İnsan davranışı her zaman başkalarıyla gönüllü ilişkiler kurmak şeklinde kendini göstermez. Fırsat bulduğunda saldırganlık ve gasp şeklinde de kendini gösterir. Bu problem, anarko-kapitalist bir düzende insanların haklarının nasıl korunacağı problemini ortaya çıkarmaktadır. Anarko-kapitalistler güvenliğin de özel şirketler tarafından sağlanmasından yanadırlar. Fakat bu noktada da önemli sorunlar ortaya çıkmaktadır. Öncelikle saldırıya uğrayan ve hakları gasp edilen insanlar güvenlik şirketlerinden hizmet alacak maddi yeterliliğe sahip olmayabilirler. Diğer insanların bir başkası için gönüllü olarak güvenlik hizmeti satın alması da anlamlı olmayacaktır. Çünkü bir başkası için güvenlik hizmeti satın almak, bunu yapan kişiye bir çıkar sağlamamaktadır. Diğer taraftan devlet otoritesinin yokluğunda insan haklarının korunması da anlamsız hale gelmektedir. Çünkü bütün insanların sahip oldukları belirtilen evrensel hakları bütün insanlar adına muhafaza edecek ve bu hakların ihlalini suç olarak tanımlayabilecek bir otorite bulunmamaktadır. Bir şirket bunu yapamaz. Kâr amaçlı bir kurumun kamu düzenini tesis etmek amacıyla her insanın belli kurallara uymasını sağlayabilecek bir bağlayıcılığı bulunmamaktadır. Bu sorunun çözümü için yeryüzündeki her bir bölgenin güvenliğinin ayrı bir şirket tarafından sağlanması fikri ileri sürülebilir. Fakat böyle bir uygulama da olumlu sonuç vermeyecektir. Çünkü her bir şirketin korumasını sağladığı alan içerisinde başka bir şirketin yetkisi olmayacak ve bu yüzden cezalandırma konusunda ortak kriterlerin bulunması mümkün olmayacağı gibi belli bir şirketin bölgesinde suç işledikten sonra başka bir şirketin bölgesine kaçan kişinin de cezalandırılabilmesi mümkün olmayacaktır. Diğer taraftan insanlar arasındaki uzlaşmazlıkların ortak bir yasal düzlemde çözüme bağlanması için toplum içerisindeki her insan için aynı şekilde geçerli olması gereken yasaları genel bir kamusal güçle uygulayacak bir otoriteye ihtiyaç vardır. Farklı özel mahkemeler, özel olma statülerinden dolayı belli bir hukuk anlayışını toplumdaki herkes için bağlayıcı kılabilme gücüne sahip olmayacaktır. Çünkü insanlar kendisinden hizmet almadıkları bir özel kurumun kurallarına tâbi olmak zorunda değildirler. Yollar, kanalizasyon sistemleri vs. gibi altyapı hizmetlerinin sağlanması da anarko-kapitalist bir sistemde oldukça problemlidir. Zira bu hizmetlerin tamamen özel firmalar tarafından sağlanması durumunda insanların çoğu, genellikle hiçbir zaman kullanmayacakları yollar ve kanalizasyon sistemlerinin yapımı için para ödemeye gönüllü olmayacaktır. Bu durum da toplumsal yaşamın sağlıklı bir şekilde, aksamadan devam etmesi için gerekli olan bu hizmetlerin oldukça yetersiz kalmasıyla sonuçlanacaktır. Anarko-kapitalizm sözü edilen bu sorunları çözememektedir. Dolayısıyla anarko-kapitalizmin yalnızca normatif bir perspektiften hareketle ileri sürdüğü, vergilendirmenin özü itibariyle ahlaki olmadığı ve bu yüzden hiçbir şekilde meşru olamayacağı yönündeki yaklaşımı anlamlı ve kabul edilebilir değildir. Çünkü vergilendirmeyi ahlaki olmadığı gerekçesiyle tümden reddetmek, pratikte çok daha büyük ve çözümlenemeyen sorunlara neden olmaktadır. Toplumsal düzenin ve evrensel insan haklarının korunması için zorunlu olan devlet kurumunun varlığı, devletin insanların temel haklarının güvence altına alınması için gerekli olan kamusal hizmetleri yerine getirebilmesini sağlayacak miktarda vergilendirmeyi gerektirmektedir. Bu durumda üzerinde durulması gereken şey, vergilendirmenin meşru sınırlarının ne olduğudur.

Sosyal devlet politikalarına önemli bir yer ayıran ve yer yer sosyal demokrasiye yaklaşan modern liberalizm, vergilendirmenin insanlar arasında fırsat eşitliği yaratmak ve dezavantajlı insanların dezavantajını ortadan kaldırmak için insanların eğitim ve sağlık masraflarının finanse edilmesi, işsizlere işsizlik maaşı bağlanması, engelli bireylere hayatlarını asgari düzeyde devam ettirebilmelerini sağlayacak bir gelirin sağlanması gibi pek çok sosyal politikayı kapsayacak şekilde genişletilmesi gerektiğini savunmaktadır. Bu yaklaşım temel olarak toplum içerisindeki avantajlı insanların dezavantajlı insanlara karşı bir sorumluluğunun olduğu ve onların dezavantajının giderilmesi için fedakarlık yapmaları gerektiği düşüncesine dayalıdır. Buradaki temel problemler, insanlardan başkalarına yardım etmek amacıyla rızaları dışında bir para (vergi) alınmasının etik olup olmadığı, sürekli sosyal devlet politikalarının pratikte sürdürülebilir olup olmadığı ve devlet eliyle yapılan yardımların gerçekten işe yarayıp yaramayacağıdır. Sosyal devlet politikalarının belki de en sorunlu yönü, bazı insanların çalışarak kazandıkları paranın onlardan vergi olarak alınıp karşılıksız bir şekilde o para için çalışmamış olan diğer insanlara veriliyor ya da onların ihtiyaçlarının finanse edilmesi için kullanılıyor olmasıdır. Bu politikanın sebep olduğu olumsuz sonuç, bazı insanları kendilerine karşılıksız verilen bir parayla yaşamaya alıştırması ve daha fazla insan bu şekilde yaşamayı tercih ettikçe çalışan insanların sırtına daha fazla yük binecek olmasıdır. Bu problemin çözümü olarak sosyal devlet harcamalarının sadece dezavantajlı insanların asgari ihtiyaçlarını karşılayacak düzeyde tutulması savunulabilir. Fakat asgari ihtiyaçların belirlenmesinde kullanılacak olan kriter nedir ve yapılan sosyal devlet harcamalarının sürekli aynı oranda kalacağını garanti eden bir şey var mıdır? Örneğin işsiz bir aileye sahip oldukları tüm çocukların asgari ihtiyaçlarını karşılayacak kadar sosyal yardım yapılması yönünde bir politika benimsenirse işsiz ailelerin sahip oldukları çocuk sayısı arttıkça asgari geçimleri için yeterli olacak para miktarı da artacaktır. Bu durum işsiz aileleri sürekli olarak kendilerine verilen sosyal yardım parasıyla yaşamaya ve daha çok para almak için daha çok çocuk yapmaya teşvik edebilir. Diğer taraftan bu, suistimale oldukça açık bir uygulamadır. Zira devletin çoğu zaman aileye verdiği paranın gerçekten çocukların ihtiyaçları için kullanılıp kullanılmadığını takip edebilmesi mümkün değildir. Devlet bunu takip edecek memurlar görevlendirse bile bu memurların varlığı, daha çok devlet harcamasını ve insanlardan daha da çok vergi alınmasını gerektirecektir. Bu durumda daha fazla sosyal yardım parası alabilmek için daha fazla çocuk yapan kötü niyetli insanlar hem çalışan insanları sömürmüş hem de ilgilenmedikleri çocuklarına karşı ahlaki bir suç işlemiş olmaktadırlar. Aynı yaklaşım eğitim ve sağlık için de ileri sürülebilir. Çocuklarının eğitim masraflarının her koşul altında devlet tarafından karşılanacağını bilen kişi, çocuklarının eğitimi konusunda sorumluluk alma ihtiyacı hissetmeyecek ve normalde eğitim masraflarını karşılayamayacağı kadar çok çocuk yapabilecektir. Bu durum çalışan ve az çocuklu nüfus üzerine sürekli daha çok vergi yükü yükleyecek ve bir noktadan sonra dayanılmaz hale gelecektir. Ayrıca eğitilmesi gereken çocuk sayısı arttığı ölçüde devletin gerekli olan eğitimi kaliteli bir şekilde sağlayabilmesi de zorlaşacaktır. Sağlık konusunda ise bir insan kendi elinde olan bir sebepten dolayı hastalansa bile devletin kendisini ücretsiz olarak tedavi edeceğini bildikleri için alkol, sigara ve uyuşturucu gibi maddelerin kullanımına bağlı hastalıklar artacak ve buna bağlı olarak toplam tedavi giderleri de artacağı için insanların sırtına daha çok vergi yükü binecektir. Sosyal devlet politikaları bireysel sorumluluk duygusunu ortadan kaldırıp sürekli olarak başkalarının emeği ve kazancı üzerinden yaşayan bir insan grubu yaratacak ve bu politikalar devam ettiği sürece bu insan grubu sürekli büyüyecektir. Bunun neticesinde ise çalışan insanlar ne kadar çok çalışıp ne kadar çok kazanırlarsa kazansınlar, hiçbir zaman kazançlarının tamamının kendilerine ait olmayacağını bildikleri için bir noktadan sonra çalışma performanslarını düşürüp daha az katma değer yaratmaya başlayacak, hatta bazıları çalışmayı tamamen bırakacaktır. Bunun sonucunda artık sosyal yardım yapılan insanlara vermek için vergilendirilecek yeterli para bulunamayacak ve sosyal devlet tıkanacaktır.

Diğer taraftan insanların başkalarına karşı doğal yükümlülüklerinin olduğu düşüncesinden hareketle insanlardan başkalarına verilmek üzere rızaları dışında bir para alınmasının etik olarak doğru ve geçerli olduğu anlayışı sorunludur. İnsanların her zaman için kendilerinden kötü durumda bulunanlara yardım etmek gibi bir yükümlülüğünün olduğu düşüncesi, her insanın kendisinden daha kötü koşullarda olan ya da öyle olmasa bile belli gerekçelerle kendisinden daha kötü koşullarda olduğu iddia edilen insanlara bir şeyler vermesi, onların ihtiyaçlarını karşılaması gerektiği sonucuna ulaşmaktadır. Bu anlayış bireysel sorumluluğu devre dışı bırakmakta ve herkesin sürekli olarak kendisinden daha iyi koşullarda olan ya da gerçekte öyle olmasa bile oldukça sübjektif gerekçelerle kendisinden daha iyi koşullarda olduğunu iddia ettiği diğer insanlardan karşılıksız olarak bir şeyler beklemesini olağan görmektedir. Böyle bir durumda hiçbir insanın kendi hayatının sorumluluğunu üstlenerek kendini geliştirmesi anlamlı olmayacak, herkes bir başkasından bir şeyler bekler hale gelecek ve bunun sonucunda insani gelişim duracaktır. Bir insanın kendisi çalışarak ve zaman harcayarak elde ettiği bir şeyi başkasına vermek gibi bir zorunluluğu olamaz. Sahip olduğu şeyi çalışmasıyla hak eden, o kişinin kendisidir. Bir kişinin kendi emeği ve çalışmasının ürünü olan bir nesnede, o nesne üzerinde çaba sarf etmemiş olan bir insanın herhangi bir hak iddia etmesi adil değildir. İnsanlar kendilerine ait olan bir şeyi ancak kendi rızalarıyla bir başkasına vermeyi kabul ederlerse verirler. Sahip oldukları bir şeyi başkalarına vermek istemiyorlarsa onları devlet gücüyle sahip oldukları şeylerin bir kısmını başkalarına vermeye zorlamak etik değildir.

Bir diğer problem ise devlet eliyle yapılan sosyal yardımların neredeyse hiçbir zaman olumlu sonuç vermeyecek olmasıdır. Bunun temel nedeni devletin başkalarına sosyal yardım yapmak amacıyla insanlardan rızaları dışında aldığı parayı amacına uygun olarak kullanmayabilecek olmasıdır. İnsanların devletin uygulamalarını kontrol etmek gibi bir gücü bulunmamaktadır. Bundan dolayı devletin iyi niyetli olacağına ve sosyal yardımlar için vergi olarak aldığı parayı gerçekten amacına uygun olarak kullanacağına inanmak için bir sebep bulunmamaktadır. Bir diğer sorun ise devletin bürokrasisinin insanların gönüllü yardımlarına kıyasla çok daha yavaş ve aksak olması ve bazı durumlarda sosyal yardımları dağıtmakla görevli devlet görevlilerinin art niyetli bir şekilde sosyal yardımlar için toplanan parayı gerçekten o paraya ihtiyaç duyan insanlara vermeyebilecek olmalarıdır. Bu durumda gerçekten ihtiyaç sahibi olan insanlar mağdur olacak ve ihtiyaç sahiplerine yardım etmek isteyen insanlar da normalde onlara gönüllü olarak verebilecekleri para devlet tarafından kendilerinden alınmış olduğu için onlara yardım edemeyeceklerdir. Devletin insanlardan alınan vergilerle ihtiyacı olan insanlara sosyal yardım yapması gerektiği düşüncesi, insanların devletten daha iyi yardım yapamayacağı inancını da içinde barındırmaktadır. Halbuki insanlar devlete kıyasla ihtiyacı olan insanlara yardım etmek konusunda çok daha hızlı ve verimli hareket etmektedirler. Diğer taraftan günümüzde internet, yardım kampanyalarının büyük bir hızla insanlara ulaşmasını sağlamakta ve insanların gönüllü yardımlarını devletin ağır ve aksak bürokrasisine kıyasla çok daha hızlı bir şekilde ihtiyaç sahiplerine ulaştırmaktadır.

Devletin varlığının ahlaki olmadığı gerekçesiyle ortadan kaldırılması gerektiğini savunan anarko kapitalizm ile insanlardan başkalarına sosyal yardımlarda bulunmak için rızaları dışında vergi almayı öngören sosyal devlet yanlısı sosyal liberalizm, belirtilen gerekçelerden ötürü kabul edilebilir değildirler. Bu durumda vergilendirmenin meşru ve gerekli sınırı, tümüyle özelleştirilmeleri pratikte mümkün olmayan güvenlik, adalet ve altyapı hizmetlerinin sağlanması için vergi alınması; insanların kendilerine fayda sağlamayan, yararlanmak zorunda olmadıkları ve yararlanmamayı tercih ettikleri durumda bir zarara uğramadıkları şeyler için ise vergi alınmaması şeklinde çizilebilir. İnsanlar toplum içerisindeki her bir bireyin temel haklarını kullanabilmeleri için devlet tarafından kamusal bir hizmet olarak sağlanmaları zorunlu olan güvenlik, adalet ve altyapı hizmetleri için yeteri kadar verginin alınmasına karşı çıkamazlar. Bu hizmetler için insanlardan rızaları dışında vergi alınmasına bütünüyle etik bir perspektiften karşı çıkmak anlamsızdır. Çünkü bu hizmetlerin devlet tarafından kamusal bir hizmet olarak sağlanmadığı durumda insanlar temel haklarını kullanabilme imkanından mahrum kalmış olacak, ideal ve ahlaki olarak görülen bu durum, pratikte ahlaki olmayan zararlı sonuçlara yol açacaktır. Toplumsal düzenin sağlanması ve insanların temel haklarını kullanabilmesi için gerekli olan bu şeylerin dışında kalan, insanların yararlanmak zorunda olmadıkları ve yararlanmadıkları zaman temel haklarının tehdit altında bulunmadığı ibadethaneler, sanat merkezleri, spor tesisleri, devlet televizyonu vs. gibi sözde “hizmetler” için ise insanlardan vergi alınamaz. Bu tarz şeyler için insanlardan vergi almanın ahlaki olmadığını ileri sürmek anlamlıdır. Zira bu tarz sözde hizmetler, insanların tamamına zorunlu olarak fayda sağlamamakta, hatta çoğu zaman insanların kendileri için daha yararlı bir şekilde harcayabilecekleri paralarını devlet eliyle onlardan rızaları dışında alıp hiç kullanmadıkları şeyler için harcamak yoluyla bu insanların yaşam standardının düşmesine yol açmaktadırlar. 

Yorumlar