Demokrasi kelimesi yüzeysel olarak sözlük anlamıyla ele alındığında yalnızca bir yönetim biçimini ifade etmektedir. Bu kullanım bize demokrasi kelimesinin basit tanımını verse de bize demokrasinin hangi amaca yönelik olduğu ve demokrasinin nasıl bir ortamda uygulanmasının olumlu sonuçlar doğuracağı hakkında bir şey söylememektedir. Demokrasi kelimesini bu şekilde ele almak onu yetersiz bir şekilde izah etmenin yanı sıra ciddi bir tehlikeyi de içinde barındırmaktadır. Yalnızca halkın çoğunluğunun arzusunun yerine gelmesi olarak anlaşıldığında demokrasi, bilinçsiz halk yığınlarını manipüle eden baskıcı yönetimler tarafından temel insan hak ve özgürlükleri aleyhindeki pek çok politikayı meşrulaştırma aracı olarak kullanılabilir. Bu durum özellikle demokrasi ile yönetilen fakat kişisel özgürlükler ve insan hakları konusunda oldukça kötü durumda olan üçüncü dünya ülkelerinde önemli bir sorun olarak ortaya çıkmaktadır. Kendisini demokratik olarak tanımlayan yönetimlerde demokrasinin hiçbir insan hakkı ihlaline olanak tanımaksızın işlemesi gerekir. Bunu sağlayabilmek için demokrasinin onun yalnızca bir yönetim biçimi olarak anlaşılmasına neden olan basit tanımından kurtarılması, bir kültürel unsur olarak görülmesi ve bu çerçeveden yeniden ve daha derinlemesine ele alınması ve halk kitleleri tarafından bir zihniyet olarak benimsenmesi gerekir.
Demokrasinin modern toplumlarda ne ifade ettiğini anlamak
için demokrasinin neden diğer yönetim biçimleri karşısında daha tercih edilir
olduğuna bakmalıyız. Demokrasiyi diğer yönetim biçimlerine karşı ön plana
çıkaran temel unsur (en azından teorik olarak) demokrasinin siyasi gücün
tekelleşmesi yoluyla suistimal edilmesinin önüne geçebilecek en iyi yönetim
biçimi olmasıdır. Monarşi, oligarşi ve teokrasi gibi sistemlerde her zaman
siyasi gücün belli bir grubun elinde yoğunlaşması söz konusudur. Belli bir
azınlığın elinde bulunan siyasi güç gelenek, örf, din vs. gibi unsurlarla
kutsallaştırılır ve ona muhalefet etmek kötülük, hainlik, isyankarlık vb. gibi
olumsuz şeylerle özdeşleştirilir. Bu durum gücü elinde bulunduranların
denetlenmesini zorlaştıracak, hatta bazı durumlarda imkansız hale getirecektir.
Bunun sonucu olarak gücü elinde bulunduran kişi ya da kişilerin bu gücü haksız
bir şekilde insanların aleyhine ya da kendi lehine kullanmasının önü
açılacaktır. Güç doğası gereği yozlaştırıcıdır ve denetlenemeyen bir güce sahip
olan bir kişi ya da grubun bu gücü keyfi olarak kullanmayacaklarından emin
olmamızı sağlayacak bir neden bulunmamaktadır. En kötüsü de bu tarz
yönetimlerin gücü elinde bulunduran kişilerin diğer insanların hayatları
üzerinde söz söylemelerine imkan tanıyor olmasıdır. Halbuki her birey
başkalarının kişisel özgürlüklerine zarar vermediği sürece kendi hayatı
üzerinde mutlak söz sahibi olmalıdır. Çünkü bireysel özgürlük ve beraberinde
getirdiği kişisel yaratıcılık mutluluğun ve toplumsal gelişimin biricik
ölçütüdür. Bireysel özgürlüğün karşısında onu lağvedebilecek bir potansiyel güç
olarak bulunan tekelleşmiş siyasi otorite hem insan mutluluğuna hem de toplumsal
gelişime karşı bir tehdittir. Bu tehlikenin önlenmesi için siyasi otoritenin
bölünerek farklı aktörler arasında paylaştırılması, siyasi otoritenin
kullanımının evrensel hukukun kurallarına tabi olması ve siyasi otoriteye tabi
olan herkesin onu kullanacak aktörlerin belirlenmesi konusunda söz sahibi
olması gereklidir. Demokrasinin diğer yönetim biçimleri karşısında daha tercih
edilebilir olmasının nedeni siyasi gücün tekelleşmesini en iyi önleyebilecek sistem
olmasıdır. Yoksa egemenliğin halka ait olması kendi başına iyi bir değer ifade
etmez. Demokrasi olmayan fakat evrensel hukuk ve insan haklarına kusursuz
şekilde riayet eden başka bir yönetim biçimi teorik olarak çok daha özgür bir
toplum inşa edebilir. Fakat pratikte tekelleşen siyasi güç her zaman yozlaşma
eğiliminde olacağı için bu gücü en iyi şekilde denetleyebilecek ve mümkün olan
en özgür toplumu yaratabilecek olan, demokratik sistemdir. Fakat ne var ki
demokrasinin istenen sonucu vermesi onun yalnızca bir yönetim biçimi olarak
uygulanmasıyla alakalı değildir. Demokrasiyle amaçlanan özgür toplumun
yaratılması büyük ölçüde halkın evrensel insan haklarıyla uyumlu bir zihniyete
sahip olması, yani toplumda bir demokratik kültürün hakim olmasıyla ilgilidir.
Otoriter sistemlerle yönetilen ve geleneksel otoriter bir
kültürün hakim olduğu toplumlarda insanlar otoriteye sırf otorite olduğu için
itaat eder. Bu toplumlarda otorite kutsal bir niteliğe sahiptir ve onun
kutsiyeti sorgulanmamalıdır. Bu kutsiyetin meşruiyeti o otoriteye tabi olan
insanlar tarafından değil ona bu kutsiyeti veren gelenek, töre, din vs. gibi
kurumlardan kaynaklanır. Otorite bu kurumlar tarafından insanlar üzerinde
yetkilendirilmiştir. Yani insanlar otoriteye emanet edilmiş varlıklardır. Bunun
aksine demokratik kültürün hakim olduğu bir toplumda otoritenin kendinde bir
kutsiyeti söz konusu değildir. Otorite insanlar tarafından, insanların bir
takım sorunlarına çözüm üretmek amacıyla tesis edilmiştir. Varlığı pratik
faydaya dayalıdır ve meşruiyetinin dayanağı insanların mutluluğuna hizmet
etmesidir. Yani otorite insanlar üzerinde aşkın bir kaynak tarafından
yetkilendirilmiş kutsal bir şey değil, insanlar tarafından yetkilendirilmiş,
insanlar tarafından denetlenen ve insanların temel haklarını ihlal ettiği anda
meşruiyeti ortadan kalkacak olan bir şeydir. Bu anlayışın insanların geneli
tarafından benimsendiği bir toplumda özgürlükler ve insan hakları ve buna bağlı
olarak toplumsal ve ekonomik refah sürekli gelişme halinde olacaktır.
Fakat ne var ki bir yönetim biçimi olarak demokrasinin
demokratik kültürün bulunmadığı bir toplumda uygulanması ciddi tehlikeleri
beraberinde getirecektir. İnsanların otoritenin kutsiyetine inandığı bir
toplumda demokrasi popülist siyasetçiler ve demagoglar tarafından kitleleri
manipüle etmek için kullanılmaya çok müsaittir. Demagog demokratik yollardan
elde ettiği gücü toplumdaki farklı kesimlerin haklarını ortadan kaldırmak, tüm
siyasi gücü kendi tekelinde toplamak ve kendi eylemlerini onaylamayan herkesi
susturmak ya da ortadan kaldırmak için kullanabilir ve tüm bunları “halkın
iradesi” şeklinde meşrulaştırabilir. Böylece ismi demokrasi olan bir sistemin
pratikte halk tarafından onaylanmış bir diktatörlük olmasının ve bir çoğunluk
zorbalığına dönüşmesinin önü açılmış olacaktır. İster demokratik, isterse soya
dayalı bir sisteme dayansın, bireyleri temel insani haklarından mahrum bırakan
hiçbir yönetim meşru değildir. Demokratik bir yönetimi meşru kılacak olan salt
demokratik olması değil, bireylerin temel hak ve özgürlüklerini en iyi şekilde
korumasıdır. Bu yüzden demokrasi ile yönetilen toplumlarda da bireylerin temel
haklarının devletin ve toplumun her türlü tehdidine karşı korunması bir
zorunluluktur.
Demokratik bir yönetimin bir diktatörlüğe dönüşmemesi ve insan
haklarının bu yönetim altında en iyi şekilde korunması için öncelikle güçler
ayrılığı ilkesinin benimsenmesi ve anayasal olarak korunması gerekir. Yasama,
yürütme ve yargı erklerinin farklı kurumların ellerinde olması bu kurumları
birbirlerinin onayına ihtiyaç duyar hale getirerek bu kurumların birbirleri
tarafından denetlenebilir olmalarını sağlayacak ve siyasi gücün tekelleşmesi
yoluyla suistimal edilmesi ve bireysel özgürlükler karşısında tehdit
oluşturmasının önüne geçecektir. Dernekler ve sivil toplum kuruluşları özgür
olarak faaliyet gösterip aktif bir şekilde siyasi bir tavır takınarak devlet
üzerinde denetleyici bir güç oluşturmalıdır. Devletin şeffaf olması sağlanmalı,
halk her zaman devletin eylemleri ve harcamaları konusunda bilgilendirilmeli,
devletin hiçbir hareketi gizli kalmamalıdır. Böylece yöneticiler her zaman için
eylemlerinin kontrol edildiğinin ve halka hesap vermek zorunda olduklarının
bilincinde olacak ve bu durum yöneticiler için yetkilerini kötüye kullanmamaları
konusunda bir caydırıcılık oluşturacaktır. Fakat daha önemlisi halkın demokrasi
kültürünü bir zihniyet olarak içselleştirmesi ve buna göre hareket etmesidir.
Ancak demokratik kültür bilincine sahip bir halk demokrasiyi insan haklarını
koruyacak ve toplumun refahını geliştirebilecek şekilde kullanabilir. Bu yüzden
esas önemli olan nokta toplumun temel değer olarak otoriteyi değil, özgürlüğü
kabul etmesidir. Ancak özgürlüğü temel değer olarak benimseyen bir toplum temel
insan haklarının bir otoritenin lütfu olmadığını, otoritenin kutsal bir nitelik
taşımadığını, otoritenin yalnızca insanların temel haklarını korumak için
insanların iradesiyle var olduğunu ve yalnızca bu işlevi yerine getirdiği
sürece varlığının meşru olduğunu anlayabilir. Bu anlayışın hakim olduğu bir
toplum otoriteyi her zaman denetleme ve hatalı bulduğu otoriteyi değiştirme
eğilimde olacaktır. Böylece otorite hiçbir zaman insanlara karşı bir güç olarak
kullanılamayacak ve kötü niyetli insanların otoriteyi ele geçirmek suretiyle
kendi arzularını başkalarına dayatmalarının önüne geçilecektir.
SONUÇ

Yorumlar
Yorum Gönder